Bazı dönemler vardır… Gökyüzü gri, haberler ağır, insanın iç sesi bile kısık konuşur. Umut, bir çiçek gibi solar sanki. Ama işte tam o anlarda, birileri bir yerlerde elleriyle, kalbiyle, hayaliyle bir ışık yakar. Çünkü yaratmak, her zaman bir başkaldırıdır. Ve umut, en çok o ışığın içinde filizlenir.
EDDA STUDIO olarak biz, tasarımı sadece estetik değil, duyguların dili olarak görüyoruz. Bir tasarım, bir bakış açısıdır; birleştirici, dönüştürücü ve iyileştirici olabilir. Çünkü tarih bize şunu defalarca gösterdi: İnsan, en karanlık zamanlarda bile üretmeye devam ettiğinde, hem kendini hem dünyayı iyileştirebilir.
Hayatının çoğunu yoksulluk, yalnızlık ve ruhsal çalkantılar içinde geçiren Van Gogh, içindeki fırtınaları tuvallere taşıdı. Onun fırçası bir umut çığlığıydı. Bugün bile “Yıldızlı Gece”ye baktığımızda, karanlık gökyüzü içinde dönen yıldızlar hâlâ bir şeyler fısıldar: “Buradayım ve hayal kuruyorum.”
Hayatı boyunca fiziksel acılarla boğuşan Frida, yatağa bağlı kaldığı dönemlerde bile aynaya bakarak otoportreler yaptı. Kendini, kadınlığı ve acıyı tuvale taşıdı. Her bir çizgisi, yaşama tutunmanın sesi oldu.
Nazım Hikmet, yıllarca hapis yatarken bile üretmeyi bırakmadı. Parmaklıkların ardından yazdığı şiirler, o duvarların çok ötesine geçti. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” dediğinde, bir ülkenin kalbine umut ekti.
Tiyatronun altın kadınlarından Yıldız Kenter, sahneye inançla tutunduğu yıllarda, kültür-sanatın yeterince desteklenmediği bir ülkede hayaller kurdu, sahneler açtı. “Tiyatro, yaşamın ta kendisidir” derken; yıkıntıların ortasına ışıklı bir perde çekti. O da biliyordu: Umut, en çok alkıştan doğar.
İstanbul’un hüznünü, yoksulluğunu, güzelliğini ve geçmişini fotoğraflarıyla sonsuzlaştıran Ara Güler, savaşlar, yıkımlar ve değişim dönemlerinde bile gözünü objektiften ayırmadı. Gerçeklere dokunmak, onları unutmamak ve unutturmamak için fotoğraf çekti. Çünkü bazen umut, sadece "unutma" diyebilmektir.
Biz EDDA’da, her çantayı sadece bir tasarım değil, bir ruh hali, bir zamanın içsel hikâyesi olarak görüyoruz. Bazen bir çantanın rengi, insana yeni bir başlangıç hissi verir. Bazen bir dokunuş, bir kadının kendi gücünü yeniden hissetmesine vesile olur.
Zaman zor, dünya gri olabilir. Ama biz hâlâ hayal kurabiliyorsak, hâlâ üretmeye devam ediyorsak, içimizde umut vardır. Ve umut —tıpkı sanat gibi— bulaşıcıdır.
Bir çanta, bir dokunuş, bir kelime, bir fırça darbesi… Belki de hepimiz küçük ışıklar yakıyoruzdur, birbirimizin karanlığına.